Sıcak kafa gerçek mi oluyor: beynimiz sıcaktan nasıl etkileniyor?
Dizi ilk çıktığında bir arkadaşım Sıcak Kafa’yı izlememi önermişti. “Senin ilgini çeker,” demişti. Sıcak Kafa, ilk olarak 2016’da yayımlanan Afşin Kum’un aynı adlı romanına dayanıyordu. Düşüncenin, dilin ve zihinsel dönüşümün izini süren bu çarpıcı hikâye, yıllar sonra 2022’de diziye uyarlandığında, farklı bir yankı uyandırdı. O zamanlar bir türlü konsantre olamamış, beş on dakika izleyip bırakmıştım.
Geçenlerde elime bir yazı geçti; iklim değişikliğiyle birlikte artan sıcaklıkların beyin sağlığına etkisinden bahsediyordu. Satırları okurken zihnimde tuhaf bir kıpırtı başladı. Sıcak, sadece havayı değil, düşünmeyi de boğuyordu sanki. O sırada televizyonda tekrar denk geldim diziye — bu defa sardı. Çünkü bu kez zihnimde başka bir kapı açılmıştı. Yazıda anlatılanlar, kurgudan çok daha fazlasını işaret ediyordu.
Dizi, konuşma yoluyla yayılan bir delilik salgınının ortasında geçiyor. Salgından etkilenmeyen tek bir kişi, zihninin farklı çalışması sayesinde bu tuhaf dünyanın içinde hayatta kalmaya çalışıyor. “Sıcak kafa” adını verdikleri bu zihinsel durum, hem bir tehdit hem de bir direnç göstergesi olarak öne çıkıyor. Dizideki “sıcak kafa” metaforu; hem beynin işleyişine, hem de sistem dışı, özgür düşünceye bir gönderme taşıyor. Zihin içeriden ısınırken başka bir şeye dönüşüyor. Bu haliyle dizideki kurgusal dünya ile bilimsel gerçeklik arasında doğrudan bir bağ kurmak mümkün olmasa da, benzerlikler ve çağrışımlar insanın aklında bir kıvılcım ateşliyor.
Çünkü artık bilim insanları, beynimizin gerçekten de sıcak havayla nasıl değiştiğini araştırıyor. Ve gördükleri şeyler, hayal gücünü aratmıyor.
University College London’dan nörolog ve epilepsi uzmanı Prof. Dr. Sanjay Sisodiya, yıllardır yüksek sıcaklıkların epilepsi, migren, demans, felç gibi nörolojik hastalıkları nasıl etkilediğini inceliyor. Epilepsi hastalarının sıcak havalarda daha çok sorun yaşadığını gözlemledikten sonra yaptığı araştırmalarda, gerçekten de bu tür hastalıkların sıcakla birlikte ağırlaştığını gösteren pek çok kanıt buluyor. Sıcak günlerde felç kaynaklı ölümlerde artış gözleniyor. Aşırı sıcaklar, prematüre doğum riskini artırabiliyor; bu da nörogelişimsel sorunları tetikleyebiliyor.
Beynimiz, vücudun en fazla enerji harcayan organlarından biri ve doğal olarak kendi ısısını da üretiyor. Normal koşullarda vücut bu fazla ısıyı dolaşım sistemiyle dengeliyor. Ancak beyin hücreleri ısıya karşı oldukça hassas. Sıcaklık arttığında, sinir hücreleri arasındaki iletişim bozulabiliyor. Mesaj ileten moleküller ideal sıcaklıkta çalıştığından, bu denge bozulduğunda karar verme becerimiz düşüyor, risk alma eğilimimiz artıyor, odaklanmak zorlaşıyor. Uyku kalitesi bozuluyor. Hatta şiddet eğilimi ve depresyon bile tetiklenebiliyor.
Üstelik bu etkiler yalnızca nörolojik rahatsızlığı olan bireylerle sınırlı değil. Sisodiya’nın da vurguladığı gibi, genetik farklılıklar insanların sıcaklığa olan duyarlılığını etkiliyor. Bugün yalnızca belirli hastalık gruplarında gördüğümüz bu etkiler, iklim değişikliği ilerledikçe sağlıklı bireylerde de görülmeye başlayabilir. Çünkü her beynin bir eşiği var.
Bazı bireylerin durumu daha da riskli:
– Yaşlılar ve demans hastaları, vücut ısısını düzenlemekte zorlandıkları ve susamayı fark edemedikleri için.
– Epilepsi hastaları, sıcaklıkla birlikte artan uykusuzluk ve ilaçların etkisiyle.
– Düşük gelirli bireyler, sıcak iklimlerde yeterli korunma ve sağlık hizmetine ulaşamadıkları için.
– Hamileler ve bebekler, gelişimsel riskler nedeniyle.
Sıcaklık sadece dışarıdan gelen bir etki değil. Aynı zamanda içeride, beynin içinde de bir baskı oluşturuyor. Düşünmek, hissetmek, hatırlamak… bunların hepsi enerji gerektiriyor ve bu enerji ısıya dönüşüyor. Bu yüzden beyni serin tutmak, sağlıklı kalmak için hayati.
Beyni koruyan kan-beyin bariyeri de sıcaklıkla zayıflayabiliyor. Bu durum, toksinlerin, mikropların, hatta virüslerin beyne ulaşmasını kolaylaştırıyor. Zika ve chikungunya gibi beyin hasarına yol açabilen virüslerin yayılımı da sıcak hava dalgalarıyla birlikte artıyor. Öte yandan bazı psikiyatrik ilaçlar, vücut ısısını düzenlemeyi zorlaştırıyor ve sıcak çarpması riskini artırıyor. İlaçların kendileri de sıcakta bozulabiliyor; bu da hastalar için başka bir tehdit oluşturuyor.
Hangi sıcaklık düzeyinin beyin sağlığı için en tehlikeli olduğu; gün içindeki en yüksek sıcaklık mı, gece ısısı mı, yoksa sıcak hava dalgasının süresi mi daha etkili — bu sorular hâlâ araştırılıyor. Ama kesin olan şu: Artan sıcaklıklarla birlikte beyin sağlığı artık küresel bir halk sağlığı sorunu haline geliyor.
Sıcak Kafa’nın kurgusu bir hayal ürünü olabilir. Ama onun metaforik anlamı — içeriden kaynayan, değişen bir zihin — bugünün dünyasında çok gerçek bir karşılık buluyor. Isınan bir gezegende, hepimizin zihni bir derece daha kırılgan hale geliyor.
Ve belki de bu yüzden, o gün yarım bıraktığım diziye bu kez daha sıkı tutunmuştum. Çünkü artık biliyordum: Sıcak, sadece dışarıyı değil, içimizi de etkiliyordu…