Görünür Olmak…
Bir şey değişti son yıllarda… Artık insanlar yalnızca yaşamakla yetinmiyor, görünmek istiyor.
Kadrajı mükemmel, ışığı dengeli, cümlesi hesaplanmış bir hayat kurduk kendimize.
Her şey “paylaşılacak” hâle geldi. Mutluluk, acı, yemek, hatta en mahrem duygularımız bile.
Ve biz, kalabalığa hesap verirken, kendimize yabancılaştığımızı fark etmedik.
Görünür olmak, bir zamanlar var olmanın bir parçasıydı.
Şimdi ise var olmak, görünmeye bağlı sanılıyor. Beğeni sayılarıyla ölçülen değer, takipçiyle kıyaslanan hayatlar...
İnsan, kendinden memnun değilse bile “iyi görünmeyi” görev biliyor.
Bir nevi, hissetmek yerine gösteriyoruz.
Açıkçası artık mutsuzluğumuzu bile filtreliyoruz.
Bu “dijital kalabalık” içinde garip bir yalnızlık büyüyor.
Her şey ortadayken hiçbir şey gerçek değil. Çünkü görünür olmak, görülmekle aynı şey değil. Birinin fotoğrafına bakmak, gözünün içine bakmakla aynı değil. Bir cümle paylaşmak, yüreğini açmakla aynı değil. Belki de bu yüzden, en yüksek sesle paylaştığımız şeylerde en çok içimizden sessizce bağırıyoruz:
“Beni anlayan var mı?”
Görünür olma çabası azalırsa, belki daha çok hissedeceğiz.
Kendi gerçekliğimize dönüp, “ben ne hissediyorum?” diye sormayı yeniden hatırlayacağız.
Çünkü en büyük görünürlük, başkalarının gözünde değil;
kendi kalbinde dürüstçe var olabilmektir.