GOLIATH : Tarihin sonsuz çöküş döngüsü

Geleceğe dair karanlık sahneler sunan bilim kurgu filmlerinde, romanlarda ve dijital evrenlerde geçen hayatta kalma temalı oyunlarda gördüğümüz kıtlıkla çevrili dev şehirler, ayrıcalıklı azınlıklar ve tükenmiş kaynaklar… Artık sadece kurgu değil. 5.000 yıllık tarih, bu geleceğe nasıl sürüklendiğimizi gözler önüne seriyor aslında.

Cambridge Üniversitesi’nden siyaset bilimci ve tarihçi Dr. Luke Kemp, medeniyetin yükselişi ve çöküşüne dair 7 yıl boyunca yürüttüğü çalışmayı “Collapse” (yani Çöküş) adlı kitabında bir araya getiriyor. Ve bu çalışma, insanlık tarihinin en rahatsız edici döngüsünü gözler önüne seriyor: Güç ve servet küçük bir azınlığın elinde toplandığında, çöküş kaçınılmaz hale geliyor.

Kemp, “medeniyet” kavramına mesafeli yaklaşıyor. Ona göre bu kelime, tarihte genellikle elit egemenliği meşrulaştırmak için kullanıldı. Bunun yerine, gücün merkezi otoriteyle birleştiği baskıcı sistemleri tanımlamak için “Goliath” terimini tercih ediyor. Goliath: Tahakküm ve hiyerarşi üzerine kurulu; erkeklerin kadınlara, zenginlerin yoksullara, yönetenlerin yönetilenlere hükmettiği dev yapılar. Mezopotamya’dan Roma’ya, Çin’den İnka İmparatorluğu’na kadar tüm güçlü uygarlıklar benzer düzeneklerle var oldu ve aynı sebeplerle çöktü.

Bu yapıların ayakta kalmasını sağlayan üç temel unsur vardı: Depolanabilir gıdanın (özellikle tahıl) merkezileştirilmesi, şiddet araçlarının tek elde toplanması ve insanların sistemden kaçış yollarının coğrafi olarak kapatılması. Bu üç unsur birleşince, binlerce yıl boyunca özgürlükçü, yatay örgütlenmiş topluluklardan baskıcı imparatorluklara geçiş hızlandı.

Ancak Kemp’in dikkat çektiği asıl tehlike, bu döngünün bugün küresel düzeyde tekrarlanıyor olması. Artık çöküş, sadece bir imparatorluğu değil, gezegenin tamamını etkileyebilir. Çünkü günümüzün Goliath’ı; sınırları aşan, birbirine bağımlı hale gelmiş, ekonomik, politik ve teknolojik bir süper sistem: küresel kapitalizm. Ve bu sistem, yalnızca maddi değil, zihinsel ve duygusal boyutlarda da insanlığı kuşatıyor.

Kemp’in araştırmalarına göre, bu sistemi yöneten birçok lider ve kurum, “karanlık üçlü” olarak bilinen kişilik özelliklerini taşıyor: narsisizm, psikopati ve makyavelcilik. Bu zihniyet, artık sadece bireylerde değil; algoritmalarda, yapay zekâ sistemlerinde, büyük şirketlerde ve bürokratik yapılarda da beden bulmuş durumda. Sonuç: doğa tükeniyor, toplumlar parçalanıyor, bilgi çarpıtılıyor ve insan doğası bastırılıyor.

WastelandEchoes oyunundan bir kare…

Tüm bunlar yalnızca akademik analizlerde değil; dijital evrenlerde geçen hayatta kalma temalı oyunlarda da yankı buluyor. Oyuncular, kuraklıkla boğuşulan, kaynakların kıtlaştığı, barınak inşasından tıbbi yardım sağlamaya kadar temel ihtiyaçların yönetildiği dünyalarda hayatta kalmaya çalışıyor. Bu kurgular artık birer eğlence değil, adeta uyarı niteliği taşıyor.

Yine de bu gidişat kader değil. Kemp’e göre kurtuluş, ancak radikal bir değişimle mümkün: Gerçek anlamda bir demokrasi, gücün merkezden uzaklaştırılması ve servetin sınırlandırılması. “Demokrasi bir ütopya değil, tarihsel olarak unuttuğumuz bir beceri,” diyor. “İnsanlık, paylaşmayı ve ortak karar almayı binlerce yıl boyunca uyguladı. Bu bizim unuttuğumuz ama içimizde var olan bir miras.”

Belki sistemi bir anda değiştirmek mümkün değil. Ama Kemp’in çağrısı basit ve güçlü: En azından bu sistemin çöküşünü hızlandıranlardan biri olmayabiliriz.

Önceki
Önceki

Türkiye'de Genelkurmay Başkanlığına Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Selçuk Bayraktaroğlu'nun atandı

Sonraki
Sonraki

Güvercinlik-Çayönü ve bağlantı yolunda asfaltlama çalışmaları sona yaklaştı